Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Uz. Psikiyatr Ufuk Çalışkan duygularımızı ve nasıl değiştirebileceğimizi anlattı.
Hepimiz gün içerisinde çeşitli konularda defalarca yardım arayışı içinde oluruz. Yol sorarız, bir nesneyi taşımak için yardım alırız, bir bilgiyi öğrenmek isteriz vb. Psikiyatrik alanda ise şikayetçi olduğumuz ve yardım aradığımız konu duygularımızdır; üzülmek, sinirlenmek, kaygı hissetmek gibi. Hissettiğimiz bu duyguları ise yaşadığımız olaylarla ilişkilendiririz. Arkadaşımızla tartıştığımız için üzüldük, beklenmedik bir durumla karşılaştığımız için heyecanlandık, sınava gireceğimiz için kaygı hissettiğimizi tarif ederiz. Halbuki aynı şartlarla karşılaşan insanların bir kısmı bizimle aynı duyguları hissederken bir çoğunun çok daha farklı duygular yaşadığını görmekteyiz. Bu farklılığı insanların değişik yapılarda olması ile açıklıyoruz. Farklı yapılarda olmaktan daha açıklayıcı olan bir cevap bulunmaktadır. Bu cevap “duygularımızı oluşturan etken yaşadığımız olaylar mıdır ?” sorusunda yatmaktadır.
Bir örnek üzerinde devam edersek konunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Bu konuyu açıklarken “selam vermeme” diye tanımladığım örneği kullanıyorum genelde. “Ayşe diye iyi bir arkadaşımız olsun ve biz bir parkta oturuyor olalım. Ayşe’nin oradan geçtiği ve bize selam vermediğini düşünelim.” İnsanlar, Ayşe selam vermediği için üzüldüğünü dile getiriyorlar. Yani olay ile duygularını eşleştiriyorlar. Aslında bu süreç bu şekilde işlemiyor. Ayşe’nin selam vermemesi ile bizim duygumuz arasında geçen 1 saniyeden kısa bir süre içerisinde bilişsel terapilerde otomatik düşünce diye tanımlanan bir düşünce etkili oluyor. Nasıl bir düşünce bu? Ayşe selam vermedi çünkü bana değer vermiyor, ben değersizim gibi bir düşünce geçiyor ve üzülüyoruz.
Peki, bu düşünce şöyle olsaydı; “Ayşe selam vermedi, ben ona kesin bir hata yaptım, kırdım onu.” Bu düşünce ile duygumuz suçluluk olurdu. Yaşadığımız olay halen Ayşe’nin selam vermemesi olmasına rağmen duygumuz değişti. Davranış alanına baktığımızda eğer üzülürsek uzak dururuz, eğer suçlu hissedersek bu sefer affettirmeye çalışırız. Davranış alanında da değişiklikler var. Bu durumda da ortaya çıkan soru; “Duygu ve davranışlarımızı belirleyen olay mı, olay hakkında ki düşüncelerimiz mi oluyor?”
Bir üçüncü düşünce kullanalım; “Kim ki bu Ayşe, kendisini ne zannediyor, haddine mi düşmüşte bana selam vermiyor.” Bu düşünce ile duygumuz yine değişip bu sefer öfke hissediyoruz. Davranış alanında ise tartışma ya da kavgayı görüyoruz.
Süreci formüle edersek:
OLAY
DÜŞÜNCE
DUYGU
DAVRANIŞ
Sıralaması şeklinde devam eder. Kullandığımız 3 düşüncede durumu açıklayacak olasılıklardır.
Ancak işlevsel midir?
Hayır.
Peki, Ayşe beni görmedi düşüncesini kullanıyor olsaydık ne olurdu. Duygu alanında üzüntü, suçluluk ya da öfke olmaz nötr bir durumda olurduk. Davranış alanında ise biz selam verirdik. En işlevsel süreçte bu olurdu. Biz selam verdikten sonra Ayşe bize seninle görüşmek istemiyorum da diyebileceği gibi sabah gözlüğüm kırıldı, hiç bir şey göremiyorum da, annem yoğun bakımda çok dalgınım da, çocuk kaçtı başına bir şey gelmeden yakalamaya çalışıyorum da diyebilirdi. Cevap ne olursa olsun Ayşe’nin selam vermeme süreci biter verilen cevapla birlikte yeni bir süreç başlardı.
Sonuç olarak söyleyebileceğimiz bizim duygu ve davranışlarımızı olaylar değil olaylar hakkında düşüncelerimiz belirler. Ancak toplumsal yaşantımız içinde duygularımızı olaylara bağlamayı öğrendik ve uyguluyoruz. Halbuki düşüncelerimiz üzerine odaklanır, onları fark eder ve sağlıklı, işlevsel düşünceler ile süreci yönetir, yönlendirirsek, yaşadığımız olaylar karşısında çok daha işlevsel sonuçlar elde ederiz.