Psikiyatri Uzmanı Uz. Dr. Ufuk Çalışkan “1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı“ nedeniyle kanserli hastaların hayatındaki değişimi psikososyal yönüyle anlattı.
İnsan biyopsikososyal bir varlıktır. Kanser, biyolojik yapı ile ilgili bir hastalık olmasının yanı sıra, psikososyal sorunların en fazla gözlendiği durumlardan biridir. Hastalığın uzun dönemli yan etkileri birçok faktöre bağlıdır. Kanserin kendisinin ve tedavisinin neden olduğu hastanın işlevselliğinin sınırlanması, hastalıkla başa çıkma gibi bireysel faktörler ve normal yaşlanma sürecindeki gibi yaşam biçimleri gibi psikososyal faktörlerde bunlara dahildir.
Uzun süre sağkalım, hastanın tamamen iyileşmemiş olmasına karşın bir şekilde yaşamını sürdürmesi, yaşamını önemli bir oranda uzatılabilmesi anlamına da gelir. Bu hastalarda uzun dönemde yorgunluk, uyku bozukluğu, bilişsel ve işlevsel alanda sınırlılık yaşanması, cinsel işlev bozukluğu, infertilite, psikolojik sıkıntı ve psikiyatrik bozukluklar görülebilmektedir.
Tedavi sonrası hastanın yeniden işe dönüşünde mesleksel alanda sıkıntı yaşanması gibi sorunlar son yıllarda öne çıkmaktadır. Kanser hastası olan bireylerin önemli bir kısmı henüz çalışma yaşamları devam ederken bu tanıyı almışlardır. Çeşitli kanser türlerinde yaşanan tedavi olanaklarının iyileşmesiyle birçok hasta tedavi ve bakımdan sonra (hatta bazı hastalar tedavileri sürerken) mesleki yaşamlarına geri dönerek çalışmaya devam etmek istediklerini dile getirmişlerdir.
Yapılan araştırmalara göre kanser hastaların ortalama %64’ü daha önceki iş yerlerine geri dönmektedir. Çalışmalar, kanser hastalarının tedavi sonrasında işe dönüşlerinde uzun çalışma saatleriyle ilgili sorunlar yaşadıklarını ve hastaların çoğunluğunun çalışma saatlerinde azaltmaya gittiklerini ortaya koymuştur. Ayrıca işe dönüşlerinde bu hastalar, gerek fiziksel gerekse bilişsel alanda hastalık ve tedavi sonrası deneyimledikleri uzun dönemli yan etkilerden dolayı çalışma verimliliklerinin düştüğünü belirtmişlerdir.
Kanserli hastalarda psikososyal alanda sorunlara ne sebep olmaktadır?
Tüm canlı varlıklar genlere sahiptir. Belki de tersi doğru olup genler bize sahiptir. Her genetik materyal sonsuza kadar varlığını devam ettirmek ister. Bunu ya kendi canlılığını devam ettirerek ya da gelecek kuşaklara genetik materyalini aktararak yapar. DNA’sı bulunmaya birçok virüs için bile bu kural geçerlidir.
Genetik materyal taşıyan insan için de hem ilk hem de en büyük ve belki de tek tehdit genlerinin son bulması yani ölmesidir. Risklerde insanda kaygı yaratır. Kaygıya karşı tutumumuz ve kullandığımız savunma mekanizmaları, bizim hayatımızdaki işlevselliğimizi, mutluluğumuzu ya da mutsuzluğumuzu belirler. İlk kullandığımız tutum / savunma mekanizması ise inkardır. İnsan kendi ölümü dışında tüm ölümleri doğal karşılar. Başka bir söylemle, birey bir gün öleceğini bilmesine karşın günlük yaşamında kendi ölümünü pek düşünmez. Günlük yaşamda ölümün yadsınması kanserli birey için artık olası değildir. Ölüm, kanserle birlikte artık kaçınılmaz bir gerçektir. İnkar savunma mekanizması yeterli gelmediği için başka savunma mekanizmalarını kullanarak ortaya çıkarılmış olan psikolojik sorunların, bozulan sosyal uyumun yükünü taşıyarak, bir şekilde sürece adapte olmaya, hayatını sürdürmeye çalışır. Tedavisi başarıyla tamamlansa bile artık yaşam, birey için güvensiz hale gelmiştir. Varoluşun doğallığı artık radikal olarak sorgulanmaya başlanır. Ölmek zorunda olma düşüncesinden kendini kurtaramaz. Tedavisi sonrasında günlük yaşamında ölümü düşünmese de kanser tanısı almış diğer bireylerden bahsedildiğinde, yıllık kontrollerine giderken veya kanser teşhisinin yıl dönümünde gibi anımsatıcılarla ölmek zorunda olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamaz.
Bireyin bedeni kanserin kendisinden veya kanser hastalığının tedavisinin neden olduğu biyolojik sorunlarla da karşı karşıyadır. Birey kendi isteği dışında yeni oluşan bu beden imgesine uyum sağlamak zorundadır. Örneğin meme kanseri geçirmiş hastanın beden imgesi, mastektomi sonrasında sonradan yapılmış protezlerle değişir. Mastektomi sonrası birçok kadının ameliyat geçirmiş kolundan lenf bezlerinin alınmasıyla birlikte yıllarca hareket bozukluğu veya lenf ödemi oluşabilir.
Kanser, bireyde işini devam ettirebilme veya sürdürebilmeyle ilgili kaygılara, duygusal zorlanmalara, yaşamında üstlendiği roller ve sorumluluklarda önemli değişimlere neden olur.
Hastalar genellikle, “Neden ben? Bunu hak etmek ve yaşamak için ben ne yaptım? Tanrı beni cezalandırıyor mu? Öldükten sonra bana ne olacak? Ben kaybolduktan sonra ailem nasıl yaşayacak? Yokluğum fark edilecek mi? Hatırlanacak mıyım? Yaşamdaki yarım kalan islerimi bitirmek için yeterli zamanım olacak mı?” gibi sorularla yüzleşir.
Bu değişim sürecinde hastalar zorlanır, yaşantılarını yeniden anlamlandırmaya çalışır. Anlam araştırması, anlama ulaşmaya çalışan birey için bilişsel sistemde kavramın işlenmesi için bireyin elinde olmadan sürekli düşünsel anlamda meşguliyeti manasına gelir.
Tanıyla birlikte birey, yaşamının tüm temel gerçeklerini, örneğin adaletli bir dünyanın varlığına inanma (herkes hak ettiğini alır düşüncesi), kendi yaşamını anlayabilme, kendi yaşamı üzerine yeniden kontrolü kazanabilmek için sorgulamaya başlar. Yaşamakta olduğu kanser hastalığıyla, yaşamın anlamıyla ilgili varsayımları arasındaki tutarsızlıklar hastayı yeniden bir anlam arayışına iter.
Artık inkar edemediğimiz bir şekilde ölümle yüz yüze kalınca elimizde tek sağlıklı bir seçenek kalır; ölmemeye çalışmak yerine tatminkar ve kaliteli olarak yaşamak.